Kayıtlar

Sahnenin kırılgan belleği: Bağımsız tiyatroların dünü ve bugünü üzerine bir değerlendirme*

Resim
Geçtiğimiz günlerde Mustafa Kara’dan bir mesaj aldım. Sosyal Fayda için İletim Derneği’nin titiz bir çalışmayla tamamladığı “Tiyatro Sahnelerinin İletişim Alışkanlıkları” başlıklı raporu masamdaydı. Kara’nın benden ricası, bu raporu basit bir tanıtım yazısının ötesine taşıyarak, hem mevcut durumu derinlemesine analiz eden hem de gelecekteki çalışmalara teorik ve pratik bir zemin sunacak eleştirel bir perspektif geliştirmemdi. Bu davet, elime ulaşan raporu bir veri yığınından çıkarıp, onu Türkiye tiyatrosunun belleğinde bir yolculuğa çıkmak için bir pusulaya dönüştürdü. Rapor, İstanbul’daki bağımsız sahnelerin bugünkü kırılgan varoluşlarını belgelerken, aslında bizlere tiyatromuzun yüz yılı aşkın süredir devam eden ve bir türlü nihayete ermeyen bağımsızlık mücadelesinin tarihsel sürekliliğini ve dönüşen biçimlerini yeniden hatırlatıyordu. Raporun metodolojisi, sunduğu fotoğrafın netliğini belirliyor: 300’den az koltuğa sahip, kamusal ödenek almayan ve bir kamu kurumuna bağlı olmayan 68 ...

“Tiyatroyu tiyatrodan kurtarmak”: Pedagoji, piyasa ve henüz kurulamamış bir dünya üzerine*

Resim
Tiyatro yalnızca tiyatro metinleriyle, sahne teknikleriyle ya da oyunculuk egzersizleriyle yapılamaz. Oyunculuk, yönetmenlik, dramaturji ve sahne tasarımı gibi disiplinler, kendi iç tekniklerinin çemberinde kalarak ne serpilebilir ne de derinleşebilir. Tiyatronun varoluşsal hamuru, disiplinler arası bir karmadır: Bedenin anatomisi ve fizyolojisi, sesin akustik prensipleri ve mekânın mimari mantığı, canlandırılan karakterin psikolojik katmanları ve içinde yaşadığı hikâyenin sosyolojik dokusu, üretim için gereken malzemenin ekonomisi ve sanatların binlerce yıllık tarihi—bütün bu bilgi alanları, tiyatronun düşünme ve yapma biçimlerinin ayrılmaz, asli parçalarıdır. Buna rağmen bugün Türkiye’de, gerek köklü devlet konservatuvarlarında gerekse bir sektör haline gelerek hızla çoğalan özel kurs ekosisteminde, tiyatro eğitimi çoğu zaman bir istihdam vaadine indirgenmiş, daraltılmış bir “teknik eğitim” programına dönüşmektedir. Oysa pedagojinin asli derdi, tekniği asla yadsımadan, onu çok daha b...

The cognitive foundations of ritual monumentality: Multicausal pathways to the Neolithic in Southwest Asia*

Resim
Abstract This article reconceptualizes the Neolithic transformation in Southwest Asia as a cumulative and recursive process shaped by the interplay of symbolic cognition, ecological thresholds, ritual innovation, and demographic intensification. Departing from linear or monocausal models, it proposes that the emergence of agriculture, sedentism, and monumentality resulted not from discrete breakthroughs but from feedback loops between communication, cooperation, and cosmology. Drawing on recent archaeological evidence from sites such as Göbekli Tepe, Körtik Tepe, WF16, and Jericho, as well as theoretical insights from cognitive evolution and ritual theory, the paper argues that symbolic institutions—ritual, architecture, and myth—were not consequences of surplus, but preconditions for its development. It distinguishes between ancient symbolic potential and the formalization of shared meaning into durable, transmittable cultural systems. Rather than treating Göbekli Tepe as an anomaly, ...

Spinoza'nın kudret, Bakhtin'in karnaval ve Lecoq'un beden kavramlarının münasebeti üzerine*

Resim
Felsefe tarihinin en devrimci hamlelerinden biri, Baruch Spinoza’nın zihin ile beden, Tanrı ile doğa, iyi ile kötü arasındaki kadim duvarları yıkarak her şeyin tek bir tözün, tek bir doğanın farklı görünümleri olduğunu ilan etmesidir. Bu fikir, yani içkinlik felsefesi, Tanrı’yı gökyüzünden yeryüzüne, bedenin ve maddenin tam kalbine indirir. Bu, yalnızca soyut bir metafizik tartışma değil, aynı zamanda sahne sanatları için de derin sonuçlar doğuran bir aydınlanmadır. Eğer beden, ruhun bir hapishanesi ya da aşağı bir uzantısı değilse; eğer düşünce, yalnızca zihnin bir faaliyeti değilse, o halde sahnedeki beden ne anlama gelir? İşte bu sorunun en güçlü ve en pratik yanıtlarından biri, yirminci yüzyılın büyük tiyatro devrimcisi Jacques Lecoq’un pedagojisinde bulunur. Lecoq, Spinoza’nın felsefi sezgisini ete kemiğe büründürerek, bedeni yalnızca bir eylem aracı değil, bizatihi bir düşünme, bilme ve var olma merkezi olarak sahneye yerleştirmiştir. Bu iki düşünürün dünyası arasında köprü kuran...

Kukla: Temsil, algı ve gerçeklik*

Resim
Vual Urla’nın huzur dolu zeytinliğinde, ağaçların gölgesinde bir atölye… Birkaç rulo atık kâğıt ve biraz bant. Fiziksel gerçeklik bundan ibaretti. 12. Toprak Sahne Tiyatro Festivali kapsamında, Cengiz Samsun ve Sinem Öztürk yürütücülüğünde, profesyonel oyuncular, amatörler ve tiyatroseverlerden oluşan bir grup, bu basit malzemelerle çalışmaya başladı. Ortaya bir turna ve bir yılan çıktı. Ancak asıl olay, bu figürler hareket etmeye başladığında yaşandı. Birkaç kişinin kolektif bir çabayla, nötr yüzlerle ve adeta tek bir bedene dönüşerek canlandırdığı o buruşturulmuş kâğıt yığını, artık bir kâğıt yığını değildi. Süzülen bir turna, kıvrılan bir yılandı. Fiziksel nesne, algısal bir gerçekliğe dönüşmüştü. O an, atölyedeki herkes için tiyatronun en temel sorusu yeniden canlandı: Gerçeklik nedir ve sanat bu gerçekliği nasıl kurar? Bu yazı, kukla sanatını folklorik bir gelenek ya da küçümseyici bir ifadeyle “çocuk eğlencesi” olarak gören sığ bakışa bir itirazdır. Aksine, kuklanın psikolojik, a...

Post-truth çağda tiyatro: Sahnede de kaybettiğimiz hakikat*

Resim
Perdeler yeniden açıldı. Pandeminin o uzun, kasvetli ve küresel ölçekte paylaşılan kaçınganlığının ardından tiyatro salonlarının loş ışıkları, koltukların tanıdık gıcırtıları ve oyun öncesi uğultularıyla tekrar buluştuk. Bu geri dönüş, yalnızca bir mekâna değil, kendi bedenlerimize, sokaklarımıza, şehirlerimize yeniden yerleşmek gibiydi. Ekranın iki boyutlu, steril ve mesafesiz gerçekliğine karşı tekrar kazanılmış bir zafer gibiydi. Ama gerçekten bir “normale dönüş” müydü bu? Yoksa dijital sürgün boyunca içselleştirdiğimiz hız takıntısını, parçalanmış estetik algıyı ve dikkat ekonomisine dayalı yeni seyir kültürünü de cebimizde taşıyarak mı döndük o salonlara? Bugün Türkiye tiyatrosunun karşı karşıya olduğu temel kriz, görünürdeki boş koltuklar değil; o koltukları dolduran zihinlerin geçirdiği dönüşümdür. Seyircinin niceliği değil, niteliği değişmiştir. Çünkü tiyatroyu anlamlı, hatta politik kılan yalnızca oyuncunun sahnedeki bedeni değil, o bedene yönelen bakışın derinliğidir. Bakış d...