Kayıtlar

Estetik bunalımdan sınıfsal öfkeye: “Bovary” ve “Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri” üzerinden temsil ve gerçeklik*

Resim
Tiyatronun bir toplumsal anın röntgenini çekme, o anın sinir uçlarına dokunma ve hatta o anı aşma iddiası, belki de en çok festival zamanlarında, farklı coğrafyalardan gelen estetik ve politik tercihlerin aynı sahnede çarpıştığı anlarda görünürlük kazanır. İKSV 29. Uluslararası Tiyatro Festivali'nin programlaması, bu türden verimli bir çarpışmaya zemin hazırlayarak, iki önemli yapımı peş peşe izleme ve düşünme fırsatı sundu. Biri, Avrupa kanonunun temel taşlarından birini, Gustave Flaubert’in Madame Bovary’sini, KVS (Flaman Kraliyet Tiyatrosu) prodüksiyonuyla ve feminist bir yeniden okuma iddiasıyla sahneye taşıyan Bovary. Diğeri, güncel Fransız edebiyatının en sarsıcı seslerinden, radikal solcu yazar Édouard Louis’nin annesinin hikâyesini anlattığı yarı-otobiyografik metinden uyarlanan Moda Sahnesi yapımı Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri. Bu iki oyun, yüzeyde "kadın hikâyesi" anlatma ortak paydasında buluşsa da, kullandıkları estetik diller, kadını ve bedeni konumlan...

Zihnin çatlağı: Modern bilimin mirası, Marx'ın müdahalesi ve sosyal bilimlerin ikilemi*

Resim
Sosyal bilimler alanında, özellikle de insanın en karmaşık veçhesi olan “ruh” ya da “zihin” ile iştigal eden psikolojide, bugün dahi aşılamamış temel bir gerilimin içinde nefes alırız. Bu gerilim, disiplinlerimizin bir yanda “bilimsel” olma, yani ölçme, nesnelleştirme ve yasaya tabi kılma arzusu ile diğer yanda “anlamı” anlama, öznelliği ve faaliyeti ciddiye alma zorunluluğu arasında salınır. Bu ikilem, metodolojik bir tercihin ötesinde, modernliğin şafağında yaşanan devasa bir felsefi depremin, yani bilim devriminin bize bıraktığı en kalıcı mirastır. Metafiziğin, yani varlığın “neden”ine ve “anlam”ına dair söz söyleme iddiasının tarihsel serüvenini, bu büyük dönüşümün dışında kalarak anlamak mümkün değildir. Çünkü bu devrim, yalnızca doğa anlayışımızı değil, varlığın, bilginin ve insanın evrendeki konumuna dair bütün düşünme biçimlerini kökten sarstı. Bu sarsıntı, Aristoteles’in “tabiat” kavramının yıkılışıyla başladı; metafizik, varlığın nihai amacına ( telos ) dair konuşma gücünü ka...

"Olmak ya da olmamak" değil, "birlikte olmak:” Teatro La Plaza'nın Hamlet'i üzerine*

Resim
29. İstanbul Tiyatro Festivali’nin programını incelerken, Perulu topluluk Teatro La Plaza’nın Hamlet uyarlaması kaçınılmaz olarak dikkat çekiyordu. Sekiz Down sendromlu oyuncunun Shakespeare’in en karanlık trajedisini sahneleyeceği bilgisi, dürüst olmak gerekirse, zihnimde bir dizi önyargıyı ve soruyu tetikledi. "Farkındalık" adına estetiğin feda edildiği, sahnedeki bireylerin birer "proje nesnesine" dönüştürüldüğü, seyircinin acıma ve merhamet duygularını sömüren o kadar çok "sosyal sorumluluk" işi izledik ki, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ndeki koltuğuma otururken gardımı almış durumdaydım. Ancak ışıklar yandıktan sadece birkaç dakika sonra, bu gardın ne kadar yersiz olduğunu anladım. Karşımızdaki bir terapi seansı ya da bir "engelli gösterisi" değildi. Karşımızda, The Guardian'ın deyişiyle "neşeli, etkileyici, mizah dolu ve hayal gücüyle ışıldayan,” yüksek sanatsal iddiaya sahip, radikal bir dramaturjik tercih ve yapı duruyordu. Yön...

Tüm ulusların oyuncuları, birleşin: CAS’ın “Filler ve Karıncalar” yorumu üzerine*

Resim
Yaşar Kemal’in 1977’de yayımlanan Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca’sı, yazıldığı dönemin politik atmosferini aşarak, iktidar mekanizmalarına, sömürünün doğasına ve kolektif direnişin imkânlarına dair güçlü bir alegori sunar. Çocuk edebiyatı formatının sınırlarını zorlayan bu metin, fillerin (zorba iktidar/emperyal güç) karıncalar (emekçi halk/sömürülenler) üzerindeki tahakkümünü, kültürel asimilasyon çabalarını (filce öğrenme zorunluluğu, “her karınca bir fildir” propagandası ) ve bu düzene karşı filizlenen direnişi (Kırmızı Sakallı Topal Demirci ) masalsı bir dille işler. Cihangir Atölye Sahnesi’nin (CAS) Arzu Gamze Kılınç uyarlaması ve yönetimiyle sahneye taşıdığı Filler ve Karıncalar (2025), bu edebi ve politik mirası günümüz seyircisi için yeniden yorumlarken, CAS’ın kendi özgün tiyatro anlayışıyla da dikkat çekici bir diyalog kuruyor. Bu yorum, metnin alegorik yapısını korurken, onu psikolojik gerçekçilikten uzak, ritüelistik ve koreografik bir sahne diline tercüme...

Sahnedeki yel değirmenlerinin ötesinde: Tiyatroyu şekillendiren görünmez güç üzerine*

Resim
Tiyatro üzerine düşünmek, çoğu zaman bir yanılsamayla, adeta bir gölge oyunuyla başlar. Dikkatimiz sahnedeki ışığa, oyuncunun eylemine, metnin gücüne odaklanırken; o sahneyi kuran, o ışığı yakan ve o metnin seçilmesini mümkün kılan mekanizmayı gözden kaçırırız. Tıpkı Cervantes’in şövalyesi Don Kişot gibi, karşımızdaki yapıları —devasa prodüksiyonları, yerleşik kurumları, dijital platformları— yanlış yorumlama eğilimindeyizdir. Onları ya kendi başlarına birer amaç ya da alt edilmesi gereken birer canavar olarak görürüz. Oysa Don Kişot’un hatası, karşısındaki yel değirmeninin gücünü inkâr etmek değil, o gücün kaynağını ve amacını yanlış okumaktı. Yel değirmeni, özünde nötr bir araçtır; anlamını ve etkisini, onu kimin, ne amaçla ve hangi koşullar altında çalıştırdığı belirler. Bu metafor, tiyatro alanındaki temel bir analitik ayrımı aydınlatır: Sanatın araçları ile o araçların mülkiyetini ve işleyişini belirleyen prodüksiyon ilişkileri arasındaki fark. Tartışmayı sahne, metin, teknoloji g...