Kayıtlar

Zihnin çatlağı: Modern bilimin mirası, Marx'ın müdahalesi ve sosyal bilimlerin ikilemi*

Resim
Sosyal bilimler alanında, özellikle de insanın en karmaşık veçhesi olan “ruh” ya da “zihin” ile iştigal eden psikolojide, bugün dahi aşılamamış temel bir gerilimin içinde nefes alırız. Bu gerilim, disiplinlerimizin bir yanda “bilimsel” olma, yani ölçme, nesnelleştirme ve yasaya tabi kılma arzusu ile diğer yanda “anlamı” anlama, öznelliği ve faaliyeti ciddiye alma zorunluluğu arasında salınır. Bu ikilem, metodolojik bir tercihin ötesinde, modernliğin şafağında yaşanan devasa bir felsefi depremin, yani bilim devriminin bize bıraktığı en kalıcı mirastır. Metafiziğin, yani varlığın “neden”ine ve “anlam”ına dair söz söyleme iddiasının tarihsel serüvenini, bu büyük dönüşümün dışında kalarak anlamak mümkün değildir. Çünkü bu devrim, yalnızca doğa anlayışımızı değil, varlığın, bilginin ve insanın evrendeki konumuna dair bütün düşünme biçimlerini kökten sarstı. Bu sarsıntı, Aristoteles’in “tabiat” kavramının yıkılışıyla başladı; metafizik, varlığın nihai amacına ( telos ) dair konuşma gücünü ka...

"Olmak ya da olmamak" değil, "birlikte olmak:” Teatro La Plaza'nın Hamlet'i üzerine*

Resim
29. İstanbul Tiyatro Festivali’nin programını incelerken, Perulu topluluk Teatro La Plaza’nın Hamlet uyarlaması kaçınılmaz olarak dikkat çekiyordu. Sekiz Down sendromlu oyuncunun Shakespeare’in en karanlık trajedisini sahneleyeceği bilgisi, dürüst olmak gerekirse, zihnimde bir dizi önyargıyı ve soruyu tetikledi. "Farkındalık" adına estetiğin feda edildiği, sahnedeki bireylerin birer "proje nesnesine" dönüştürüldüğü, seyircinin acıma ve merhamet duygularını sömüren o kadar çok "sosyal sorumluluk" işi izledik ki, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ndeki koltuğuma otururken gardımı almış durumdaydım. Ancak ışıklar yandıktan sadece birkaç dakika sonra, bu gardın ne kadar yersiz olduğunu anladım. Karşımızdaki bir terapi seansı ya da bir "engelli gösterisi" değildi. Karşımızda, The Guardian'ın deyişiyle "neşeli, etkileyici, mizah dolu ve hayal gücüyle ışıldayan,” yüksek sanatsal iddiaya sahip, radikal bir dramaturjik tercih ve yapı duruyordu. Yön...

Tüm ulusların oyuncuları, birleşin: CAS’ın “Filler ve Karıncalar” yorumu üzerine*

Resim
Yaşar Kemal’in 1977’de yayımlanan Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca’sı, yazıldığı dönemin politik atmosferini aşarak, iktidar mekanizmalarına, sömürünün doğasına ve kolektif direnişin imkânlarına dair güçlü bir alegori sunar. Çocuk edebiyatı formatının sınırlarını zorlayan bu metin, fillerin (zorba iktidar/emperyal güç) karıncalar (emekçi halk/sömürülenler) üzerindeki tahakkümünü, kültürel asimilasyon çabalarını (filce öğrenme zorunluluğu, “her karınca bir fildir” propagandası ) ve bu düzene karşı filizlenen direnişi (Kırmızı Sakallı Topal Demirci ) masalsı bir dille işler. Cihangir Atölye Sahnesi’nin (CAS) Arzu Gamze Kılınç uyarlaması ve yönetimiyle sahneye taşıdığı Filler ve Karıncalar (2025), bu edebi ve politik mirası günümüz seyircisi için yeniden yorumlarken, CAS’ın kendi özgün tiyatro anlayışıyla da dikkat çekici bir diyalog kuruyor. Bu yorum, metnin alegorik yapısını korurken, onu psikolojik gerçekçilikten uzak, ritüelistik ve koreografik bir sahne diline tercüme...

Sahnedeki yel değirmenlerinin ötesinde: Tiyatroyu şekillendiren görünmez güç üzerine*

Resim
Tiyatro üzerine düşünmek, çoğu zaman bir yanılsamayla, adeta bir gölge oyunuyla başlar. Dikkatimiz sahnedeki ışığa, oyuncunun eylemine, metnin gücüne odaklanırken; o sahneyi kuran, o ışığı yakan ve o metnin seçilmesini mümkün kılan mekanizmayı gözden kaçırırız. Tıpkı Cervantes’in şövalyesi Don Kişot gibi, karşımızdaki yapıları —devasa prodüksiyonları, yerleşik kurumları, dijital platformları— yanlış yorumlama eğilimindeyizdir. Onları ya kendi başlarına birer amaç ya da alt edilmesi gereken birer canavar olarak görürüz. Oysa Don Kişot’un hatası, karşısındaki yel değirmeninin gücünü inkâr etmek değil, o gücün kaynağını ve amacını yanlış okumaktı. Yel değirmeni, özünde nötr bir araçtır; anlamını ve etkisini, onu kimin, ne amaçla ve hangi koşullar altında çalıştırdığı belirler. Bu metafor, tiyatro alanındaki temel bir analitik ayrımı aydınlatır: Sanatın araçları ile o araçların mülkiyetini ve işleyişini belirleyen prodüksiyon ilişkileri arasındaki fark. Tartışmayı sahne, metin, teknoloji g...

Gözetimden simülasyona: Dijital kapitalizmin yeni tahakküm biçimleri ve yabancılaşma rejimi*

Resim
Panoptikondan Algoritmaya: Gözetimin Dönüşen Mantığı Dijital çağ, yalnızca bir teknolojik devrim değil, aynı zamanda özgürlük vaatlerinin biçimlendirdiği bir kültürel momenti temsil etti. İnternetin ilk dönemlerinde hâkim olan iyimserlik, Habermas’ın kamusal alan idealiyle benzeşen bir iletişim ütopyasını çağrıştırıyordu: Bilgiye açık erişim, merkeziyetsiz ağlar ve küresel düzlemde eşit söz hakkı. Ancak bu umut dolu retorik, kısa sürede kendi karşıtına dönüştü. Bugün karşımızda duran yapı, yalnızca klasik gözetim toplumunun devamı değil; çok daha sofistike, dağınık ve öngörücü bir kontrol rejimidir. Michel Foucault’nun panoptikon metaforu, modern gözetimi anlamak için uzun süre yeterli bir çerçeve sundu: Gözetleyenin görünmezliğiyle kurulan içselleştirilmiş denetim. Ancak dijital kapitalizm, bu modeli aşarak yeni bir paradigma yaratmıştır. Artık ortada merkezî bir kule ya da gözlemci yoktur. Gözetim, algoritmalar aracılığıyla dağılmış, otomatikleşmiş ve sürekli güncellenen bir tahmin r...

Gazze'de toplumsal imha: Bir "sosyosid" olarak şiddetin analizi*

Resim
Her toplum, bireylerinin dünyaya "tutunmasını" sağlayan bir dizi yapı üzerine kuruludur. Donald Winnicott’un psikanalitik "tutunma ortamı" (holding environment) kavramı, bu yapının temelini oluşturur. Bu kavram, yalnızca annenin fiziksel kucaklamasını değil, aynı zamanda ailenin, kurumların ve kültürel kodların bireye sunduğu öngörülebilir, güvenli ve anlamlı çerçeveyi ifade eder. Bireyin ruhsal ve toplumsal varlığı bu çerçeve içinde inşa edilir. Bu perspektiften bakıldığında Gazze'de on yıllardır süren ve son aylarda soykırım boyutuna varan şiddet, basit bir askeri operasyonun ötesinde, bir toplumu var eden tüm "tutunma" mekanizmalarının sistematik olarak imhasını hedefleyen bir proje olarak okunabilir. Bu yazı, Gazze'de yaşananları, bireysel travmanın kolektif bir çözülüşe evrildiği, bir tür "sosyosid" (toplum kırım) süreci olarak analiz etmeyi amaçlamaktadır. Travmanın Niteliği: Kasıtlı Yıkım ve Ontolojik Güvensizlik Travmatik bir dene...